Nesne-Sanatçı-Resim İlişkisi Üzerine Derleme

Nesneler, yaşandıkları her an, bireylere düşünme zemini yaratan noktalardır. Bu noktalarda, bazen, daha önce edinilmiş bilgiler ve yaşanılmış duygular da yoğunlaşmaktadır. Her nesne insan için bir engeldir. Bu engel, gözden geçen ve beyine giden bir düşünme, duyma yolunu oluşturur. Eğer birey sanatçıysa, sanat yapıtları, bu yol üzerinde, nereye gidileceğini gösteren işaretler gibidir.

İnsanla nesne arasındaki ilişki, sanat yapıtının oluşma, hatta var olma nedenlerinden biri olmuştur zaman zaman. İnsansanatçevre üçlüsü, aynı zamanda, sanatnesne ilişkisini de açıklayan, sanatı insanla, insanı çevreyle bütünleyen bir yaklaşımı kapsar.

Sanat yapıtında, doğal veya yapay, canlı ya da cansız; hatta insan olarak; nesne her dönemde var olmuştur. Çünkü sanat, kaçınılmaz olarak, insanın yaşamla ilişkisinden doğar. Nesneler de yaşamın parçalarıdır. Burada nesne sözü, ağırlığı, boyutu, maddesi olan her şeyi; bir bütün olarak var olan; ben’indışında ve somut olan canlıcansız tüm objeleri düşündürmelidir.

Bennesne ilişkisi, bazen başka ben’lerin de nesne gibi algılanmasına neden olmaktadır. Ancak, insan, organik ve fiziksel görünümünü koruduğu sürece; belki de psikolojik varlığı nedeniyle; diğer nesnelerden farklı bir etki yaparak insanın nesne gibi kullanıldığı örnekleri saptamakta zorlanmamıza neden olur. Örneğin, Matisse’in “Kırmızı Oda”sındaki kadın figürünün, diğer nesnelere göre etkinliği konusunda düşünmek gerekir.

Her bilgi bir süjeobje ilgisine dayanır. Bilginin, süjeobje ilgisi içinde ortaya çıkması, süjenin objeyi belli perspektif altında kavraması, onu yorumlaması demektir. Her bilgi, her yargı, bir obje yorumunu, bir varlık yorumunu ifade eder. örneğin soyutluk, 19. y.y.m sübjektifnatüralist anlayışına karşı, bilmedüşünme ilgilerinin yanı sıra, insanın duyarlık ilgileri ile nesneye bakışının ürünüdür. “Nesneleri kavrayışı soyut, bilmesi, düşünmesi soyut olduğundan, dönemin yapıtları da soyuttur.”

Sanat yapıtı bir varlık yorumudur; her sanat yapıtı estetik obje olarak yorumlanmış bir varlığın karşılığıdır. Bundan, her estetik objenin temelinde, bir bilgi objesinin bulunması gerektiği sonucu doğar. Yani “sanatçı bilgi objesini tuvale geçirir.” Tuale geçirilen bu bilgi objesi, bir estetik objeye dönüşmüş olur. O halde bilgi objesi, estetik objeden önce gelir ve aynı zamanda estetik objeyi önceden tayin eder.”

Bilgi objesi ve estetik objeden sonra, bir de değer objesinden söz etmek gerekir. Bilgi, değer; ancak reel objeler tarafından taşınır. Değer objesi, reel bir obje ile derin bir ilgi içinde ortaya çıkar. Sanat olayında, ‘Sanatçı ile onun yöneldiği obje arasında; bilgi olayında olduğu gibi; bir kavrama, bir yorumlama söz konusudur. Sanatçı süjesi, objesini kavramak, onu tuval üzerinde yorumlamak ister.” ve “Sanat yapıtındaki doğa da hepimizin gördüğü objektif bir doğa değil, sanatçının gördüğü sübjektif bir doğadır.” Realist görüşün, ben ve nesneyi ayrı ayrı cevherler saymasına karşın, pozitivist filozof Jan Locke, “Daha önce duyumlarda bulunmayan hiçbir şey, zihinde var olamaz.” görüşünü savunmaktadır. Materyalist ve pozitivist felsefe, rasyonel varlığı içinde bir doğayı, objektif bir doğayı gerektirir. Objektif natüralizm denilen bu yaklaşım, Courbet’den (18501875) sonra görülebilir. Empresyonizm, doğayı objektif değil, sübjektif bir biçimde yansıtır. Bu nedenle empresyonizm, sübjektif natüralizm diye adlandırılabilir. Gerçeküstücülük, Sürrealizm, ise, dağınık nesnelerin, keyfi olarak bir araya getirilmesi; veya olağanüstü bir dünyaya, olağan bir nesnenin konulmasıyla oluşan bir sanattır ve Kandinsky’e göre “Bütün sanatların en şahsi olanıdır.”

İster var olan, değişmeyen ve akılla algılanan, ister değişen ve duygularla algılanan biçimde kavransın, sanatçı ona yöneldiğine göre, obje bir güzellik; bir değer yüklenir. Sanatçı bu güzelliği kavrayış biçimi doğrultusunda; objektif veya sübjektif bir güzellik olarak tuvaline aktarır. Bu nedenle, sanat yapıtı ve nesne açısından, objektif ve rasyonel bir aktarmayla; formu çözülmüş, pitoreskçalafırçabir aktarma arasındaki bağı dile getirir; ancak bu bağıntıya, yalnızca birey açısından da bakmamak gerekir. Çünkü objenin kendini sanatçıya duyurması, sanatçının dünyasına hangi nedenle olursa olsun girebilmesi, obje açısından da bir değerliliktir ki, bu değerlilik, sanatçının ona çevrilişindeki anlamı da belirlemekte ve yapıtı yaratmadaki başarısına yardım etmektedir. “Doğa, ressamın eleştirerek ve seçerek kullanacağı bir sözlüktür.” diyen Delacroix, bu düşünceyle paralellik taşır.

Matisse, Kırmızı Oda (Nesneler ve İnsan)

Matisse Kırmızı oda

Kırmızıda Armoni (Kırmızı Oda) Kanaviçe Üzerine Yağlıboya.
Henri Matisse Hermltage Müzesi, Leningrad. (1906-1909)

II
Bir sanat anlayışı ile, bu anlayışın içinde yer aldığı dönemin felsefi görüşü arasında kaçınılmaz bir uygunluk vardır. Bu uygunluğun temeli, onların aynı obje yorumundan hareket etmeleridir, özellikle görsel sanatlarda resim, heykel, fotoğraf v.b. önemli bir işlevi olan nesne yorumu, sanat akımlarının ve bunlar arasındaki, yaklaşım

farklılıklarının temellerini oluşturmaktadır. Rönesans, gerçeğin gözlemidir. Bu anlayışın nesneye optik yaklaşımı, bilimsel bir perspektifi gerektiriyordu. 15. y.y .’a dek doğanın hizmetkarı olan, gördüğü her şeyi resmeden, “şey nedir” sorusuna cevap arayan sanatçı; 16. y.y .da doğanın egemeni, esas olanı, büyük olanı resmeden, “değerli olan nedir” sorusunu cevaplamaya çalışan bir kimliğe bürünmüş; doğayı ayıklamaya başlamıştı. Rönesans sanatçısı, görüntüyü, nesneyi, modle ederek var kılma yolunu tutmuşken, klasisist anlayış, önemli olan konu değil, konunun işlenişidir, savından hareket ediyordu.

Nesneyi, duyumların belirlediği, sürekli değişen; objektif ve gerçek olmayan bir görünüş dünyası, bir duyumlar kompleksi içinde algılayan emprestyonistler; Leonardo1nun, David’in, Ingres’ın, mantıklı, tutarlı, objektif’formlarını çözerek; açık, belirsiz, kontursuz formlara dönüştürdüler; anti matematik, antigeometrik, açık, serbest çizgilerle biçimlenmiş formlar çalıştılar. Nesneleri belirleyen, ışık olduğuna göre, “nesnelerin resmedilebilmesî için, ilkin o ışığın resmedilmesi gerektiği”^ inancıyla resim yaptılar; nesneleri ortadan kaldırmayı, ya da paranteze almayı denediler. Bu geleneğe karşı, yeniliğin başlangıcı oldu.

Van Gogh, Meyhanede Gece (Sarının tonları ilk kez ana renk olarak ve psikolojik amaçlı kullanılıyor.)

Realist bir sanatçı ile, normal bir insan arasında, objeleri görüş açısından pek fark yoktur; oysa saf ve duyulur şeylerden oluşan sanatçı dünyası, empresyonizmde, sıradan gören, normal insan dünyasından ayrılır. Üç boyutlu, rasyonel, perspektife dayalı klasik görme yerine; indirgeme ve soyutlamalara dayalı bu sanatsal ve sübjektif görme, sanat yapıtına “problem” olma özelliği getirir.

Van Gogh, Meyhanede Gece

Van Gogh, Meyhanede Gece (Sarının tonları ilk kez ana renk olarak ve psikolojik amaçlı kullanılıyor.)

“Klasizm, romantizm ve gerçekliligin ardından, sanatta, insanın iç dünyasına önem veren bir dönem başlamıştır.” Soyut, psikolojiyle birlikte görülür. Max Bili “Soyut sanat, çağın duygu dünyasını doldurabilecek yenisemboller yaratmaktadır.” diyor. Van Gogh, “Gece Kahvesi dediğim resimde, kahvenin batak bir yer olduğunu, orada insanın delirip cinayet işleyebileceğini dile getirmek istedim.” demektedir. Kahve, birçok nesnenin oluşturduğu bir çevredir; nesnel bir yaklaşımla resme yöneltilen bu psikolojik etki, sembolist veya sürrealist resimlerde farklı bir yöntemle sağlanmaktadır. Bir araya gelmesi, tasarlanan biçimde bulunmaları (renk konum ve anlam bakımından beklenmedik ilişkiler içinde görünmeleri) nesnelerin daha önce yaptığı birikimlerin sarsılmasına, çarpıcılık kazanmasına neden olarak olağanüstülük etkisi yapmaktadır. Gerçek derinlik, nesnelerin perspektif içinde sıralanmasıyla sağlanan olağanüstü bir derinliğe dönüşür.

Dış dünyanın anlam yönünden taşıdığı değere yönelen sanatçı, anlama ters düşmeyen onu koruyacak ve iletecek ortamı yaratan her türlü araştırmaya girecek, somut, yarı somut veya soyut, her yolu, her yaklaşımı deneyecektir.

Ekspresyonizm, dışavurumculuk nesnenin dış gerçeğine değil, sanatçının üzerinde, içerde, uyandırdığı iç gerçeği ele alan bir yaklaşımdır.

“Bilen bir insan olarak, sanatçının nesnelerle kurduğu ilgi, bilgi ilgisidir; kübist sanatçı, bu ilgiyi, nesnelerin biçimsel analizi olarak ortaya koyar.”1 Onu farklı zaman ve mekânlarda algılamayı dener.

“Kübizm gibi, montaj sanatı da, nesnelerin parçalanması, ortaya çıkan parçaların yeniden kompoze edilmesinden oluşan bir sanattır. “Parçalanan nesne de, birleştirilen parçalar da artık gerçek fonksiyonlarından uzaklaştırılmışlardır. Sanatçı artık, nesnenin sanat unsuru olabilmesi için, gerçek fonksiyonunu yitirmesi gerektiği inancındadır. Nesneyi parçalayarak onun arkasındaki gerçeği kavramayı amaçlar. Modern sanatçı için, nesnelerin dış biçimleri; nesnenin bünyesinde bulunduğu halde görünmeyen, enerji, dolaşım, hız gibi unsurların yanında, önemini yitirmiştir. Bu durum, ya nesneyi biçiminden arındırmayı, ya da onu olduğu gibi yapıtta kullanmayı gerektirmiştir. Dadaistlerle görülen kum, tahta v.b. resme girmesi, daha sonra, popart, opart, montaj, optikmekanik gibi sanat akımlarında, sanayi artıklarından doğal objelere kadar her şeyin resme girmesine zemin hazırlamıştır.

Nesneyi, var olan, değişmeyen bir kavram olarak algılayan sanatçı ise, onun var olma özelliklerinde bulduğu güzelliği, yapısını, dokusunu, maddesini, formunu, rengini v.b zorunlu olarak, objektif, nesnel bir biçimde ve mantık çerçevesi içinde yorumlayacakta. Burada, objektif güzellikten doğan bir estetik obje yaratılmış olur ki, hiperrealistler, bu objektif güzelliği dahi abartma eğiliminde; nesneye nesne oluşunun hakkını verme çabasındadırlar.

Çağlarca, resim unsurları olarak yüzeyi dolduran ya da sanatçının konuyu anlatmasında, anlamı vurgulamasında bir araç olarak kullanılan nesnelerin, bağımsız birer konu olarak baş role çıkarıldıkları görülmektedir.Bottiçellinin Venüs’ün Doğuşu adlı yapıtmdaki midye, konunun bir parçası iken Leger’nin Yapraklı Kompozisyon’unda yaprak, konunun kendisidir.

 leger yaprağın işleri

III
Nesnelerin seçilmelerinde olduğu gibi, aktarılmalarında da, kişiliklerin ve psikolojilerin etkisi vardır. “Kendiliğinden ve kaba yolla aktarılan nesneler bana güven verir.” diyor, Hüsamettin Koçan. “Aynı zamanda onları sıkıcı bulurum” diye ekliyor. Konuya psikolojik açıdan bakıldığında; nesnelere, doğaya, in

sana yönelik farklı eğilimlerin, bireylerin sayısınca arttınlabileceği açıktır. “İnsan, dünya karşısında nasıl duruyorsa, dünyayı, o şekilde görür.” diyen Hermann Bahr, dünyayı görüş ve ele alışın sübjektifliğini dile getirmektedir.

enüsün-Doğuşu-The-Birth-of-Venus-Botticelli

Botticelli Venüsün Doğuşu (Midye Kabuğunun İşlevi)

Burada, nesneyi redddeden informel eğilimlerden de sözetmek gerekir. Alman sanatçısı Kari Fred Dahmen (1917 ) “Ben manzara çizmem, manzarayı kendim yaratırım” demektedir. Bu, “Bengörüntülerlenesnelerle ilgilenmem; kendim görüntüler, nesneler yaratırım.” anlamında yorumlanabilir. Kandinsky de nesneyi reddedenlerdendir. Tanıdık nesne formlarını kullanmamış; kendi yarattığı soyut biçimleri yeğlemiştir. Bu tavrını, “Obje resimlerime zararlı oluyor.” biçiminde açıklamaktadır. Malevvisch de resimlerinde nesneyi de onu taşıyan formu da kullanmamış; hatta renksiz resimler yapmıştır. Malevvisch, sanatta nesnel dünyayı kesinlikte reddeder. “Eğer yaratıcı bir alanda özgürlükten söz açıyorsam, burada, tüm nesnel hedeflerden bağımsız bir yaratmayı amaçlıyorum.” demektedir; ki her türlü pratik gerçeklikten kaçan Malevvischsoyutculuğu, “jçeriksizlik sınırına varılınca, yakınuzak, zaman, uzay gibi nesnelerle ilgili tüm tasavvurlar, ortadan kaybolurlar.” cümlesinde açıklanmaktadır. Ancak, sanatçının yine de bir nesne düşüncesi taşıdığı, onu yoketmeyi hedeflediği dikkate alınmalıdır. Ayrıca, nesneyi yoketme çabasının yine nesnelerle sağlandığı ve bu yokedişin sonunda bir nesne oluştuğu gözden kaçırılmamalıdır. Sanatın nesneyle ilişkisini bu denli geniş düşünmenin nedeni, sanatçıyla nesne arasındaki psikolojik bağı vurgulamak içindir.

Malevich supreme

 

“Zorlamasız ve kendiğilinden oluşan resim de, (dışavurumcu, informel resim) bir “maddeteştirme” olduğuna göre; zorunlu olarak bir biçimi de olacaktı.” görüşünde olan, Alman Kültür Tarihi Müzesi Müdürü Profösör Doktor jurgen VVisman, formelinformel çelişkisinin, sanatçının ürününde, izleyici ile nesnel bir diyalog

başlattığını savunarak, bunun doğallığını açıklar.
Kuşkusuz “sanat, nesnelerin bir taklidi değil, tersine, sanatta, sanat yasalarına uygun bir yaratmadır.” Marcel Brion, “Her sanat yapıtı bir objedir; her hangi bir şeyi, hiç değilse kendi kendini temsil eder.” düşüncesindedir. Sanat bir tasarımdır, düşünsel bir yaratmadır. “Ancak bu yaratma olayında akla büyük bir ağırlık verirken, doğadan, nesnelerden ve insanlardan uzaklaşma tehlikesine düşülmemeli…”* diyen Apollinaire’in görüşü ile; “Kübizmin ilk aradığı, nesnelerin düzenidir; fakat bunlar, natüralist olarak kavranan nesneler değil, soyut biçimlerin düzenidir.” veya, Kandinsky’nin, ‘Sanatçının görevi, şekle hakim olmak değil, bu şekli, formuns muhtevasına adapte etmektir.” görüşü birbirlerine paraleldir.

“Modern teknoloji çağının başlamasına paralel olarak yapılan buluşlarla, sanatçı; nesne görüntüsünün yorumuna bağlı olarak geliştirdiği yaklaşımından, adım adım uzaklaşmış değil, uzaklaştırılmıştır. 19. y.y. başından günümüze dek gelen plastik sanatlar, nesne ile ilgili anlatım olanaklarından” kopma eğilimindedir. İnsansızlaştırma ve duygusuzlaştırma söz konusudur. Adnan Turani “Modern Sanat, doğanın optik görüntüsüyle ilgili biçimin, sanatçıyı dar bir kalıba soktuğunu, arkaik eserlerle karşılaşınca görmüştür.” demektedir. Çağdaş sanatçı, artık, optik görüntüyü, nesneyi, mantık sınırları içinde yakalamak zorunda değildir; fakat görsel ve zihinsel alışkanlıkları, insanları etkilemektedir. Miro, soyutu açıklarken, “En soyut biçimde bile, doğasal bir obje hatırlanır; tanıdık bir nesneyle benzerlik kurulmaya çalışılır.” demektedir. Varoluşculukexiztansiyalizmnesne olarak resmi alır; “nesne önce kendini yaratır, sonra içerik kazanır” savından yola çıkar, özetle, görüntülerinin olmadığı yerlerde bile; düşüncelerde reddedilmiş olsalar da; nesneler varlıklarını duyurabilmektedir.

IV
Kanımca, plastik endişeler olarak ele alınan, soyut, somut; doku; öz, biçim, içerik konuları, aslında, ‘nesnesanatçısanat yapıtı’ konusunun ayrıntılarıdır.
Nesne konusu,

o Etkileşim : Nesne İnsan açısından Nesne Sanatçı
Nesne Sanatyapıtı o Üstlendiği : Nesne Nesne (Varlık) görev açı Nesne An hm (Düşünce) sından Nesne Sembol (Duygu)
o Sanatçının : Nesne Somut (Gerçekçi) yaklaşımı Nesne Yan Somut (Yo-a ç ı sı n dan nımsal)
Nesne Soyut (İzlenim sel)

o Nedensellik : Nesne amaç
açısından Nesne araç o Biçimsellik : Nesne Renk
açısından Nesne Form
Nesne Renk form

gibi kaba gruplara ayrılabilir.

Resimsel öğe olması bakımından, nesnerenkform konusuna öncelikle değinmek mümkün… Etrafımızı saran nesneler, belli bir renk içinde bulunurlar. Her nesne kendini belli bir renk içinde realize eder. Nesnelerle renkleri arasında içten bir bağlılık vardır ki; bunu form için de tekrarlayabiliriz; ayrılmaları düşünülemez.

Bazı sanatçılar, rengi, nesnenin birinci niteliği sayarlar; nesnellik şartı olarak değerlendirirler. “Renk nesnenin kendisindedir; her nesne ağırlık, sertlik gibi bir renge de sahiptir. Ağırlığı, sertliği, uzayı nasıl ondan ayıramıyorsak, rengi de ayıramayız. ” örneğin, Leonardo veya Holbain için renk, güzel olan maddedir. Bu madde de, maddi bir gerçekliğe, başlı başına bir değere sahiptir. Resmedilmiş mavi bir manto, mavi bir renk olarak etki eder.” Resim optik bir sanattır. “Oysa bir başka anlayışta, nesneler üzerlerine düşen ışık tayfının rengindedir.” Bu düşüncenin hakim olması, formu da etkiler; çünkü, ışığın hareketine paralel olarak, konturlar titremeye başlar. Realist sanatçının, yeşil olduğunu bildiği yaprağı (bütün yapraklar yeşildir) yeşil yapmasına karşın, empresyonist bir resimde, ışığın durumuna göre, mor ya da turuncu olarak resmedilmiş görebiliriz. Aynı nedenle tek tek çizilen otarın yerini, kalın bir fırçayla kapatılmış bir yüzey alabilir. Bazan nesne renk için vardır, bazan da renk nesneye hizmet eder. Matisse, nesnenin formunu renk tabakalarıyla veriyor; Monet’de ise, titreşen renk dalgaları içinde erimeye, nesneler dünyasını bir pekir kağıdı gibi arkasına alan hava’nın etkisiyle yokolmayayüz tutar.

Empresyonist resme bir araç olarak giren hava, daha sonra, nesneleri kesip biçen, yokeden, akla duyguya dönüşmektedir. Nesne, zaman içinde tümüyle yokolur resimde.

Soyut sanat, nesne formunun tehdidiyle başlamıştr. Modern resmin başlangıcını nesnesiz anlatıma bağlayan sanatçılar, sanat tarihi yazarları, sanat tarihi için önemli bir başlangıç sayılan formda çözülmenin, ardarda gelen akımlara neden olduğu görüşündedirler.

“Nesnelerin rasyonel, akılcı yanı, görünüşünün arka planında kalır. Duygulara dayanan gerçeklik, nesnenin dış yüzünü oluşturur .”Güzellik de bu dış yüzdedir. “Nasıl nesneden alınan izlenimler, duygu alanında armonik bir birleşik oluşturuyorsa, bu bileşimin tuvale aktarılmasT; resmedilme» sonucunda da, duyulara yönelmiş bir hoşlanma duygusu oluşturulmuş olur.” Nesneye duygusal boyutta yaklaşan bu tür anlayışlar, nesnenin nesne olarak resme girmesine yol açmıştır.

“Resim sanatı, optik duyumların bir oyunundan, hür bir oyunundan başka bir şey değildir.”‘ Var olması; dokusu, rengi, fonksiyonu, formu olmasa da; nesne, duygusal alanda resimle bağlarını koruyacaktır. Bu özelliğiyle düşüncenin yaratılmasına neden olan nesneler dünyası, edinilmiş bilgilerin üzerinde yerini alırken; bireylere, ortak zamanlarda, ortak düşüncelere ve ortak sonuçlara götürebilir. “Ainştain’in atomu parçatamasıyla, Sezan’ın objeyi parçalamasının aynı zamanda gerçekleşmesi, raslantı sayılamaz.” Nesneler dünyası, bilim adamıyla sanatçıyı, ayrı yollardan, ortak sonuca götürmüş tür.

Nesne varlığının birey üzerindeki zihinsel veya fiziksel işlevi (anlamı veya görüntüsü), sanat ürünleri için kaynaklık edendir. İnsan genellikle, kendisini çevreleyen nesnel dünyayı ve içinde yaşadığı evren parçasını bildiğini sanır; oysa bildiği, duyularının ve bilincinin kendisinde yarattığı ayrıntılardır. Duyularımız, ya da başkalarının duyularıyla elde edip somutlaştırdığı bilgiler; bu nesnel dünyayı, başkalarından farklı algılamamıza, ona farklı yaklaşmamıza neden olabilir. Cihat Burak’ın örneklediği gibi, “Beyaz bir örtünün üzerine bir yumurta konulsa, birçok kişiden bunun resminin yapılması istense, ortaya çıkacak resimlerden her biri, diğerlerinden farklı olacaktır.” İnsan düşünce ve görüşlerinin değişkenliği, yaklaşım farklılıkları; algılama ve ileme farklılıklarına neden olur. Buna, bir de, aynı kişinin de, farklı zaman, mekân ve psikolojilerde, farklı yaklaşımlarının olabileceğini eklersek, açı daha da genişlemiş olur.

Marcel Duchamp büyük cam

Marel Duchamp, büyük cam (nesnenin kendisi resme giriyor)

Renkte ve dokuda ulaştığım soyutlama, nesne görüntülerindeki natüralist yaklaşımdan farklı; bu bir serüven.. İnsana doğru.” işte yaklaşımın nedeni: “Hepsi bir bütün aslında, nesnesi ve insanıyla evren, doğa.”

İnsanla nesneyi belki de özdeşleştiren bu yaklaşım, sanattaki mesajını da aynı yoldan iletiyor. Sanatçı: “Bir soğanın ciicüğünde mükemmel yaratılamaz mıydı?” diyerek savunuyor, nesneye olan sevgisini. EJvlach, benzer bir yaklaşımla. “Bir baş lahana veya bir madonna resmetmek tamamen eşittir” diyor, insan teni üzerindeki düşüncesi, nesneyle insan arasında gidip gelmelere neden oluyor Fatma Tülin Öztürk’ün. “Nesneler hep büyülemiştir beni” diyor, vurgulayarak. Son çalışmalarında, insan tenini, ten dokusunu işlerken onu nesnelleştirmektedir. “Bireyin veya insanın yaşadığı, insanlığın yaşadığı tüm gerçekler ten dokusunda saklıdır.” “Bir santimetrekarelik tende nelen yaşanmıştır” sözleri bunu kanıtlıyor. İlkin nesneye dönüştürülen insan teni, anlam düzeyine yükseltiliyor.

Nur koçak yabanıl

Nur Koçak, Yabanıl (Nesneyle kişilik ilişkisi)

“Çevremde her şeyin arıduru, temizpak, açıkseçik pırıl pırıl olmasını isterim. Dermeçatmalık, vurdumduymazlık, paldır küldürlük, şişirme işçilik benim dünyamı karartmaya yetiyor” diyen Nur Koçak, düzen isteyen bir kişilik ve bu kişilik doğrultusunda seçilmiş nesnelerle sanatını oluşturuyor. ”Benim resmimin amacı, gerçekten daha gerçek olmak” “Minicik nesneleri, izleyiciye anıtsal boyutta sunduğunuz anda, hem gerçeği çarpıtmış, hem de nesneye gerçekte olduğundan daha farklı anlamlar yüklemiş oluyorsunuz. Ben, yüceltmek, yermek karşı çıkmakla kendini kaptırmak arasındaki çok tehlikeli ikilem üzerinde oynamak istedim o resimlerde.” …”Foto gerçekçiler, görüş belirtmiyor, çevrelerine karşı sessiz kalmayı yeğliyorlar. Onlar konularının yorumunu, konularına yaptırıyorlar. Bense kendimi kitle iletişim araç (arın ınçocuğu sayıyo kaynağımdır. “Fetiş Nesneler, Kadın Dergilerinden, Mutluluk Resimlerimiz, Kelebek Gazetesinden, Aile Albümünden ise Albümden yararlanarak yaptığım dizi resimlerdir. Kadın kullanım nesneleri ve kadının nesne olarak kullanılması üstünde duruyorum.

Şu cümleler bile nesnenin üstlendiği görevleri, onunla kişi arasında gidip gelen düşünce boyutlarını iletmeye yetiyor. “Aile Albümünden dizisi, daha çok, anıları yeniden yaşatma, yaşatma isteğiyle, nesneye anlam yüklemek biçiminde gelişti.” diyen Nur Koçak, başlı başına bir bireysel psikoloji olayına değiniyor. Bunları kullanırken de, “Estetik biçim nedeniyle, bazan ‘cephedenlik’ (frontallik), bazan tambakışımlılık’ (simetri), bazan da “dizinğını söylüyor.” Etkinliği sağlamak için de, çerçeveyi zorlayan, yüzeyi silme dolduran, hatta öne çıkan imgelerden yararlandığını belirtiyor.

İpek Aksüğür’ün “Şerife” adlı dizi resimlerinde, giysinin, an lam ye estetiğe dönüştürülmek istenen bir nesne olduğu görülmektedir. “Biçimin parçalanması beni tatmin etmiyordu! Bütün ve kapalı bir form peşindeydim” diyen sanatçı, “Modelle ilişkinin benim için özel bir önemi vardı! Şerife’nin yerine koyduğum elbise ile iki yıl sürekli çalıştım” diye açıklıyor yaklaşımını, fakat koşullar zorlamasaydı, Şerife’nin kendisini çalışmak istediğini de ekliyor. Burada nesne psikolojik yükü nedeniyle insanın yerini tutuyor sanatçı için, insanlaşıyor.. ya da incinmtcnelecivnr.

Kısaca, sanatçıyı ilgilendiren, kimi zaman nesnenin biçimsel veya fiziksel yapısı, kimi zaman taşıdığı anlam, kimi zaman da bunların bütünüdür. Kuşkusuz, yaşadığımız nesnel dünya, tüm değer yargılarımızı etkilemektedir. “Sanat yalnızca öz değildir.” diyen Atilla Gaiatalı’nın cümlesini, biçimler sanatı, sanatın özünü, sanat, tüm sanat yapıtları, biçimleri çağırıp yaratarak bütünlerle ranlamında düşünmek gerekir galiba. Bundan, biçimi ya da biçimi taşıyan nesneyi özden üstün tutmak anlaşılmamalıdır. Konu ya da sorun, nesnedeki özü kavramak ve iletmek; yahut özü yaşatacak nesneyi yakalamak, özü nesneye giydirmek olsa gerek.

ipek aksüğür şerife

VI

Görsel bir sanat olan resim için nesnelerin işlevi yadsınamaz. Sanatçıların sayısız natürmort çalışmış olmaları bile, bu işlevi açıklamaya yeter. Nesnenin hem kendi içinde, hem yaşam ilişkileri içinde taşıdığı doğallık, natürmortlarda somutlaşır. Sanatçının dünya görüşü, yaşamı kavrayışı, beğeni ve yorum düzeyi, genel eğiliminin bir parçası olarak natürmorta yansır. Nesnelerin resimdeki fonksi yonlarını genele indirgersek,

Boşluğu belirler, atmosfer yaratır,
Kompozisyona katkıda bulunur,
Olayların etkisini arttırır» anlatımı güçlendirir, Mesaj iletir,
Biçim ve renksel etkilerle duyuları harekete geçirir,
Düşünce yaratır,
Sanatçıya götürür.

Sanat yapıtlarını nesnelerden yararlanarak gruplandıran Wölfflin’e göre, aşağıdaki karşıt yaklaşımlardan söz edilebilir.

1. Çizgisel üslup,
(Nesnesel etki görülür, renk süreklilik taşır, tonlama yoktur)
1. Düzlem üslup,
(Her şey birer düzlem üzerinde sıralanır. Renkler dingindir.)

2. Derin Üslup
(Nesneler boşluk içinde dağılır, karşıt renkler vardır.)
1. Kapalı biçim,
” “(Objeler kendini belirler, konturlarla çevreden ayrılmıştır.)
2. Açık biçim,
(Sınırsız, sonsuz etki yapan, derinliğe karışan formlar vardır. Renk ve ışık dağılımı içinde yumuşar.)
1. Çokluk,
(Nesneler kendini anlatarak bütünleşir; ışık, nesneleri tek tek dolaşır. Çok motif, aynı değerde verilmiş çok renk vardır.)
2. Birlik,
(Işık, nesneleri değil, anneleri yakalayan kendisini anlatır, bir ana motif, bir ana renk görülür.)
1. Belirlilik,
(Ele alınan her şeyi anlatma endişesi vardır. Somuttur.)
2. Belirsizlik,
(Sezilen, tahmin edilen biçimlerle yerinilir, devinim ve izlenim yaratmak için, belirsizlik gereklidir’ yaklaşımı vardır.)

Prof. Nur Gökbulut

SONUÇ:
İç ve dış dünyaya ait bütün bilgi objelerimizin temelinde, bulunan izlenim, varlıklara bağlıdır. Bu varlıkları, dış varlıklar veya psişik gerçeklikler olarak niteleyebiliriz. Nesneleri, objeler, şeyler dünyasının varlıklarını; bilgi objesi olarak kullanmaktayız. Düşünce, duygu ve bilgi dünyamız, bu “şey”terden oluşan bir algılamalar, duyumlar izlenimler dünyasıdır.
O halde nesneler, yangılımızın yarısına direkt, yarısına da dolaylı etkin olan birer gerçekliktir.
Her şeye karşın nesneler bir araçtır insanın elinde. “Resim sanatının ereği de, yine resim sanatıdır!” Ancak eklemek gerekir ki, “İnsanlık, hiçbir gerçekliğe, hiç bir güzelliğe, hiç bir düşünce veya yönetime ve hiç bir hayat biçimine ilelebet bağlanamıyor” Hep araştıran, değişiklik arayan insanlığa, nesneler, daha çok yardım edecekler…

KAYNAKÇA

GOMBRICH, E.H. Sanatın öyküsü, İstanbul; Remzi Kitabeyi, 1956
ITTEN, J. Konstder Farbe, Ravensburg,1961.
JAHN, J. Wörterbuch der Kunst, Stuttgart, 1957.
KNAUR, L. Modern Kunst, MünchenZürich, 1955.
MYERS, B. Expressionism, London1963.
SEDLMAYR, H. Die Revolutionder modernen Kunts, Berlin,1960.
TURANİ, A. Modern resim sanatının gerçek çehresi, Ankara,1971.
TURANİ, A. Dünya Sanat Tarihi, Ankara, 1971.
ZAHN, I.Kleine Geschichte dermodernen Kunts, Frankfurt,1956.