FERHAT ÖZGÜR – TÜRKİYE SANAT YlLLIĞI

Nur Gökbulut 2002’deki son sergisini açmadan önce nasıl bir çalışma süreci içindeydi? Yaz mevsimini bu sefer, elinde bir tığ ile galerinin köşelerini kapatacak dantelden yapılmış örümcek ağlarını dokumaya ayırdığı apaçık ortadaydı. Kırılgan, geçici, sıradan malzemeleri öteden beri sokaktan toplayan bir sanatçı için bu aslında yeni bir şey değildi. Gökbulut’u izleyenler bilirler. Gerek 13. ve 16. Günümüz Sanatçıları sergilerindeki ödüllü işleri olsun, gerek çağrılı olduğu 17. Günümüz Sanatçıları Sergisi ile çeşitli yarışma ve grup sergilerindeki işlerinde bu malzeme estetiği kendini belirgin bir biçimde gösteriyordu. Tavrını deneysellikten yana koymuş ve bu tutumunda sessiz sedasız yürüyen sanatçının araştırma ve deneme gücü de buradan kaynaklanıyordu.

1990’lı yıllardan itibaren sıradan, iddiasız malzemeleri temel alan işlerinde Nur Gökbulut, naylonlara, şile bezlerine, tülbentlere, yırtılmış, sökülmüş sentetik ince kumaşlara, eğilip bükülebilen alüminyum ve bakır levhalara, buruşturulmuş ambalaj kâğıtlarına, plastik tellere, çöp poşetlerine, yakılmış bezlere, renkli kâğıt şeritlere ve kurumuş bitkilere olan yoğun ilgisi ve bağlılığıyla, doğal olan ile yapay olan arasındaki ilişkiye yeniden bakmamızı öneriyordu. Gerçekte burada Gökbulut’un vurgulamak istediği de sıradan ve ilkel malzemelerden soylu ve değişik biçim-içerik ilişkileri oluşturmaktı. Onun için pırıl pırıl bir kâğıdın çekiciliği, çöplükten bulunmuş bir kâğıttan daha fazla değildi. Her nesne kullanılmışlığıyla zamanın içinde bir yer edinebiliyordu. Bu malzemeler renk-biçim, katman katman doku ilişkileri ve derinlik yanılsaması oluşturmak için her türlü olanağı sunuyordu zaten. Çoğalabilen, yok olabilen, fakat tutarlı değişkenlikler de gösterebilen, kendileri kalarak bütüne katılan bu ucuz malzemeler, katıldıkları bütünü biçimlendiren görsel bir örgü, bir yumak, bir yüzey tasarımına dönüşüyordu. Sanatçının üst üste çakıştırarak, kesip parçalayarak oluşturduğu bu öğeler, metal çerçeveler içine girip cam altında, üçlü dörtlü kare formatlarda yan yana ya da altlı üstlü modüller biçiminde dizildiklerinde farklı bir bütünlüğe ulaşıyorlardı.

Nur Gökbulut’un bu sergide ağırlıklı olarak yer alan örümcek ağları onun öteden beri ısrarla sürdürdüğü deneyselliğin ilginç örneklerini oluşturuyordu. Sanatçı galerinin var olan köşelerine el emeği-göz nuru, birer sabır göstergesi de sayabileceğimiz dantel-örümcek ağlarını yukarıdan zemine kadar genişleterek yaymıştı. Mekânla doğrudan özdeşleşen ince ince örülmüş bu ağlar, hem kendini birdenbire ortaya koyan, “yapıt” olarak belirgin bir “çarpıcılık” taşıyan alışılmış “sanat eseri” olgusunun dışındaydı, hem de izleyiciyi avlamayacak kadar mütevazıydılar. Gökbulut, örümcek ağlarıyla sanki, malzemenin soysuzluğunda, sıradanlığındaki erdemi arıyordu. Bu ağlar sanatçının çalışmalarında anlatamadığı, sakladığı ve çoğunlukla çözemediği şeyleri temsil ediyordu ve gerçek yaşantısında da çözemediği benzerleri kadar doğaldı.

Yaşam karşısında insanın konumu, yapıt karşısında sanatçının konumuna koşut olduğuna göre, Gökbulut’un amacı, sonsuz seçeneği olan üretim sürecinde, dürüst, onurlu ve içten bir tavır aktarabilmek. Sanatçı avunun içindeki ağlarla mekânı örerken ortaya zamanın, yaşamın ve sanatın ölçülü bir birlikteliğini seriyordu.
5 MART — 30 MART 2002
Nur Gökbulut, (r), 05-30.03, Karaca Sanat Galerisi, Ankara

FERHAT ÖZGÜR